Friday, 10. August 2007
Karşılıklı tartışma ve bunların belgelenmesi durumu ve bundan bir fayda, ilerleme ummak bence temelden yukarıya dikey olarak nasıl bakıldığı ile alakalıdır. Boşaltılmış bir kafa ile önüne bakabilmek ile dolu ve kodlanmış bir kafa ile bakabilmek arasında fark var. Gerçi ister istemez her insen kendi öznel durumu içinden doluluğa bakacak ve arasından ihtiyaç duyduğunu seçecektir. Burada bir sorun yok, ama bu seçim durumunu tonu arttırılmış metinler ile abartmak işin samimiyetsiz kısmı gibi görünmekte… Yani her ne kadar tartışmalar içinden çıkarılacak bir gerçeklik aranma yoluna gidilse de alt metin olarak tamamlanmış ve yazılmış bir proje var önümüzde. Sınırları başka yerde belirlenmiş bir bakış açısı izlenimi veriyor bana.

Kamunun içine girmek ve burada lafını söyleyerek “komu oyu” yaratma düşüncesinini zorlukları var. Öncelikle kamuya verilecek bilgilerin birçok filitre içinden geçerek ortaya çıktığını unutmamak gerekiyor. Böylece saflığını ve bağlamını kaybeden bilgi ister istemez ideolojik olarka kullanıma son derece açık bir çıplaklıkta kalıyor. Aslında, günümüz sanat işlerinden “kamusal projeler” açısından bahsedecek olursak, kamuya ait ve onlara dair bilgiye yönelmekten çok kendi içine kapanarak, bağlamsız kalma durumu içinde, sadece kendilerin gönderme yapmak noktasında tıkanıyorlar ve daha ileriye gidemiyorlar. Belli bir sınıf için üretilen belli (reklam kodları gibi) biçimlere yönelmek gibi bir eğilim ortaya çıkıyor. Kendine refere etmek diğer taraftan varlığının reddedilemez iktidarını kurmak açısından da düşünülebilir. Biçime kaymanın ve içeriğin de onun içine dağıtmanın sorunu tam burada ortaya çıkıyor. Biçimin kendisi bir problem olarak kalarak filitrelerin içinden geçtikçe içerik bağlamlarının ne olduğu sorusu erimeye başlıyor, filtreye takılıyor.

Sorunun çözümü bireysel yaratım sürecini, tekil sanatsal üretim biçimin mümkün olduğu kadar silebilmekte gizli gibi görünüyor. Anonim hikayelerin ve türkülerin, şiirlerin, mitolojinin toplumların hayatı için ne olduğu burada düşünlmelidir. Böyle bir anonimlik padişahın verdiği fermandan daha kalıcıdır ve zaman içinde geçirebildiği değişiklikleri, adepte edilebilirlik durumunu, kolayca yapısının bozulup belli ihtiyaçlar doğrultusunda tekrar aynı kolaylıkta toparlanabilirliğini düşündüğümüzde son derece yaşama dair olduğunu anlayabiliriz. Yaratıcısı belirsiz, daha düzgün bir tanımla “gizli”, nesneler ve kavramlar üzerinde insanların tahayül gücü inanılmaz zenginlikler gösterebilir. Erenin oluşuna dair bütün mitlere bakınız, tanrının tanımlarını ve adlarını düşününüz. Dinlerin (yazılı metinlerin) geçirdiği değişiklikler örneğin. Ozanlar imza atmanın değersiz olduğu zamanlarda dertlerini ve sözlerini tellere vurarak veya “kamu”nun önünde bağırarak, konuşarak ifade ediyorlardı, antik yunanda “özel” ve “kamu” olarak ayrılmış alanlar vardı, tabii ki bugün kullandığımız anlamda değil. Ancak filozof olarak tanıdığımız insanlar b ualanlarda eleştirilerini dile getiriyorlardı.

Altına imza atılmamış bilgi ve bağlam başta konuştuğumuz filtrelerden geçme durumundan sıyrılabilmektedir. Çünkü bir dolaylılık ilişkileri olan bu süzgeçler, modern toplumların (postmodern akrabalarının da.. farketmez) bir sistem olarak ortaya koyduğu parçalanmışlık, bölünmüşlük durumlarının bağlantılarıdır, birbirlerine değdiği yerlerdir. Parçalar arasındaki geçirgenlik (ki dikkat “parça” olarak kullanıyorum, “bütün” olarak değil) tıpkı renk teyflarının belli yüzeylerde emilip (filtre edilip) içinden birinin yansıtılması, geçirilmesi gibi bir emme, basma işlemi gibi çalışır. Renkler tek başlarına evrende dolaşmazlar, bu tayfın parçalarıdır, ona dair özün bileşenleridir. Tek başlarına “mavi” rengi ele almak ve onun üzerine çalışmak anlamsızdır. O zaman bütünü kaçırmış oluruz. İşte bu filtrelerden geçmiş bilgileri de tek başına ele almaktan kaçınmak gerekmektedir. Aynı mantıktan yola çıkarak dolaysızlığı sağlıyabilmek bütünü görebilmek adına çok önemlidir demektir. Bireysel yaratım süzgecinden kurtulacak bağlam “direkt” olacaktır.

Şimdi “kamu”ile olan ilişkilerimizi bu dolaylılık yolu üzerinden mi yoksa direkt ama kendimizi yapılacak iş içinde eriterek mi yapacağız, buna razı olabilecekmiyiz, sorusu önümüzde durmaktadır. Bir yol bizi “kamu” yolunda kendi hikayelerimize götürecek ve kendimizi iyi hissetirecek. Diğeri ise kaybolmayı ve “hiç” olmayı gerektiriyor, böylece kimse onun siz olduğunu bilmeyecek. “Birisinden etkilenmiştim ama kim olduğunu bilmiyorum, zaten önemli de değil, çünkü ben ortadaki işle bir oldum”, “onla ilişkiye geçtim, aklımda birkaç soru oluşturdu…”. Asında gerçekten kim olduğumuzun o kadar da önemli olmadığını kabul ederek öncelikle bireysel yücelikten kurtulmak, içindeki “deha”ya alçakgönüllülükle “sen yoksun” diyebilmek gerekmekte. Büyük ve önemli olunduğu sürece filtrelere takılacak kocaman bir atom olarak kalınacaktır. Ancak küçük ve değersiz olmak; işte o zaman egodan kurtulacak ve “kamu”yu eğitmek, “kamu oyu yaratmak” gibi erdmeli işlerin dizginsiz çekiciliğinin sadece kendin için yapıldığını anlayabilirsin… “kamu” yok aslında sen varsın.. Erdemler, onur, şani şöhret hep insanın kendisi için yani “özel” alan için. Bireyin kendi “özel”i. “Kamu” ile ilgili bağlamları buranın içindne çıkarmak imkansız. Birbirinin zıttı çünkü bunlar.

... link (0 Kommentare)   ... comment


To be in public space and to create a ‘public opinion’ have its peculiar difficulties. First of all, we should keep in mind that the information released to the public is created through several phases of filtering. Thus, the information loosing its context and purity becomes open to ideological explotation. In fact, as we think of the contemporary art work, the outcomes create their own contexts refering to the outcome once again instead of giving information to the public. There appears an inclination such as serving to a specific class with specific forms, for instance codes for advertisements. Referring to the work itself can also be interpreted as preserving its power.

The solution lies through breaking the process of singular art work and erasing the “genius” quality of the artist. One should consider Mythology and anonymous fairy tales at this point. They have the power of the transformation with the need of the “public” naturally, because they are not sealed, closed to its contex, with a “signature” of a person. And so they are inherent to the ”public”.

In this way, the information and contex becomes fluid enough to enter the “filters”. As a form of indirect relations, “filters”, are the links of divided system of modern ( and also its postmodern akin... it does not matter) societies, the links of fragmented situations. Taking the accont of filtered information leads us to o form of indirect relations, not to the problem itself.

Now the question, so far, is should the relation with the “public” be constructed by an indirect way or, (by erasing the will of creating an singular art work/contex-whatever..) direct way. Are we strong enough to be “minor” or “cheap”- a way of becoming “none”-. Virtue, honour, fame are all the forms of “private” space, and not related with “puplic space”.

... link (0 Kommentare)   ... comment


Thursday, 9. August 2007
Sözlük Yorumlari_Kaynaklari
Kısa yol bilgisi,
arzu edene kovalayacak kaynaklar..


http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=kamusal+alan

... link (0 Kommentare)   ... comment


Follow Up_Devami
hi,

After a couple of days re-thinking and reconsidering my frustration I came up with a milder approach... For I guess it is not specifically an issue about "the project", and second, I feel I should also have to be a part of a solution, in anyway.. but especially to the issues that I express as problems.. Else way documenting and complaining just does not work..

abstract;

- I doubt if it is possible/or enough to fill in the gap between art and life just by literally re-placing the art/artist into the city. That could easily just be an implantation which could not breathe... And to prevent that, if a more methodological and "constructed" path to be followed, that includes the alienation once again.

- I observe that "Public Space" in art circles, as a trend, is something more than the public space itself (that is still akin to any representational crisis unfortunately). That looks like this is just another title to be normalized eventually at the course of normalizing "art". Events and texts and all the hype produced around the "Public" for some while makes me think about its death... Or not, at least it really can keep still and docile, so giving the impression of death... And smells really bad...


So in Turkish again;


Here is a quick quote from Gündüz Vassaf (Cehenneme Övgü);

"Sanat, son yüzyıllarda gitgide daha çok, uzmanlar tarafından icra edilen bir uzmanlık dalı haline gelmiştir. İnsanlardan ve hayattan uzaklaştırılmıştır. Sanatçılar da, yaratıcı kişiler olmaktan çok, icra eden profesyoneller haline gelmiştir. Tıpkı oynamak yerine gösteri yapan sporcular gibi. Belli bir şeyde uzmanlaşarak, bütünsel yaşama duygusunu yitirdik. Tek bir şeyde uzmanlaşarak, kendimizi acımasızca icraya yönelttik ve bunu çoğu kez amacın aracı haklı kıldığı inancıyla yaptık. Ne var ki araçlar yaşamı, yaşamla sanatın uyumunu, sanatla insanın uyumunu çoğu kez doğrudan olumsuzlar. Sanatı yaşamdan soyutlayıp, izleyiciye sunulan uzmanlaşmış bir gösteriye dönüştürmekle, sanatın önceden kestirilebilir ve denetlenebilir olduğunu göstermiş oluruz. Bu da totalitarizmin kendisidir."

Tam bu noktalar civarında, sanatın/sanatçının kamusal içerisine yeniden yerleşmesinin sorunu ortadan kaldıracağını düşünmek gerçekci olmuyor.. Ve sanırım metinlerle çözmek, öyle gerekçelenmek de bahsetmeye çalıştığım, yukarıda "uzmanlaşma" olarak ifade edilen mesafenin tesisi..

Bunların yanında sanatı toplum içinde normalleştirme sürecinde "Kamusal Alan" konusunun trend olarak değeri, kamusal alan olarak değerinden daha fazla görünüyor. Bunca trend olabilmesini artık var olmamasına ve/veya bahsedilebilir kadar uysallaşmış olmasına, ona doğru uzanmanın ve ondan çıkanların normalleşmiş olmalarına, kendisinden zarar gelmeyeceğinin anlaşılmış olmasına/bir tehdit (olasılık, temelden ve temelli bir açılım) içermemesine bağlı olabileceğini tüm paranoyam ve iyi niyetimle, korkuyla hissediyorum...

Sokağa dahil bir şeyin sokağa ve içeriğine "dair" olması şart değil, tersi de geçerli... Bunlar birbirlerini olumlayan ve kuran şeyler değiller. Sokakta olmanın "sokakta olmak için" yeterli olmaması bu. Bütün (kamu) bu anlamda içinde olunduğunda bile dışarıda olan /dışından gözükebilen birşey. Ben "hepim/bütünüm/bütüne dahil ve dairim" diye düşünmez bütünün parçası olan... Neyse uzmanlaştırmaya gerek yok... hala -bizden başka olup da bütüne dahil olanlara- ne vereceğimizi merak ediyorum (çünkü birbirimize verdiğimizden daha önemli geliyor bana bu). Kendimi ikna edecek bir iki şey de düşündüm bu konuda...

... link (0 Kommentare)   ... comment


Wednesday, 8. August 2007
Lebanon was also public....
hi, check these out;


killed in "public space"
http://www.elmandjra.org/liban/Photos.htm

"again"
http://www.flickr.com/photos/43267932@N00/page4/

"and more general"
http://www.1rsl.blogspot.com/


so lets hear from an Israeli person about "art in public space" in Ankara.. sorry, we are all full of prejudices here... we can blame the internet if you like....


art in public space... c'mon....



40.000 people have been killed by Israel at their public space...for what?? ... how to be justified? 700.000 and more in their "public space" in Iraq..for what?? how to be justified...

who gives a shit about the "public space" in Ankara? Let's go get drunk and dance and whatever... that's all about it, isn't it.

... link (0 Kommentare)   ... comment


create a story
this is about creating/telling a story;



hi;







I have been living in Ankara for 30 years..


yeah, so... first off... this will be semi-anglais and semi-turkik.. with some quotations from other languages if needed...

Ankara is a bureaucratic capital (as all capitals) and has a bureaucratic language in between its elements. So, I don't know its because of that reason or not (while I presume "not") I personally have choose a literal approach to certain subjects when I possibly can, and in a way it is solely for my favor to proceed.

One of them is definitely the etymological/literal approach.

So, here is a definition according to that;

excursion: a short journey or trip, esp. one engaged in as a leisure activity : an excursion to Mount Etna | figurative an excursion into theology. See note at journey .

And by that, an "excursion" to a prison sounds sick to me. No matter in what context or how it is justified. But while, besides that, I know that the will is good (for I happen to introduced and meet some of the staff of the project personally..), yet it is still full of shit to fill in the gaps inside and over the project itself. Yet, I am ok with it... For one of the MOST public things in my city (as others) is the sewerage system... its ok...

The English word and the concept it refers as "public" is something "else" than the Turkish/Persian words "kamu" and "umum". So, how can one who is a part of the "kamu" (both physically and theoretically) can be apart from that and regarded as an element of the "public"? (globalization warning here!!) I really don't want to be arrogant and cocky but, if this is all about little stories versus huge/massive discourses (modern VS. Post-Modern in short), and this project tries to focus on the local, and public in Ankara, I have hard time sorting out why this has been held through in English all the way through?? (both in literal and conceptional phases)... We are talking about "public space" in Turkey's underscored capital city ankara, while what Ankara needs to be talked about itself in means of "Kamusal alan" and not as a side kick that can be fit into (and can be defined and/or decomposed by) some exterior/global trend in post-modern philosophical texts... So **** your Habermas, it doesn't function here as it functions on words.. And also he himself aware of that... So what is the deal? Focus on "here and now" when you are here and then..., try to be exposed to it. That is what I am after. That is what I am.. so long.

This is not something to be focused on via some proxy I presume.. That proxies include the language, and the perception at first... I mean the "kamu" in Ankara.. It is not something to be covered by oriental/occidental national dinner/dinnerish nights and excursions to "significant" sites...

If on an other layer of this project, it have to justify itself in other formal contexts to have funds raised and sponsorships to be found it can be understandable to some extend... but apart from that, at the practical aspects, (as we have tried to express to the staff of the organization previously) it simply doesn't work...

The subject is "more" than a couple of outsider / bilingual people sit and talk about a local issue. To justify this is "possible" but it can be easily totally worthless... So why not "beware?"

If this is essentially an "art" workshop on public space, do we welcome homeless people to rest at nights at our space?? (maybe by that, the space may become a "place".. because those are essentially different things by nature..) Or can we arrange workshops for those who are raped in city (maybe a watercolor landscape painting workshop??) Are we open 24/7? Do we give away? food, drinks, or anything else that can others can benefit from? Do we justified and naturalized the organization enough to fit into our subject (which is "all" in Turkish concept/word and that is naturally equals to "none"... Are we equal to none?? can we hold it?, can we be none? intentionally?)

Do we welcome the "irrelevant"... is that the un/artistic people's poems and experiences??

C'mon.......


And after the questions and remarks, here are my own definitions;


Kamusal olanın "averaj" olması şarttır. Kamusal olan, meydanda olan (şehre dair yapısal unsur olduğunu ve düşüncede de benzer bir yer taşıdığını vurgulamak isterim) şeyin optimum olana, kabul edilebilirliğe, belli yumuşama ve kırılmalara maruz kalmış ve dönüşmüş olmaya, sınıflandırılabilir olmaya, uysallaşmaya, (Photoshop'da "Median" filtresini kullanınız.. ve düşününüz..) dair olduğunu, hatta bu halin hikayesini anlatan Meddaha bakınız, "orta oyununa" bakınız. Politik olanın "kıvırma" oluşuna ve retoriğe bakınız (kıvrılan diğer şeylere de bakabilirsiniz)... Herşeyin "anlatıma dair" oluşuna bakınız...

Ortalamaya dair karakteristik olanı ifade etmekse konu, sağlıklı bir ortalama almak için ne kadar geniş ve dağılmış olunacağı önemlidir, veya ne kadar yerel olunduğu, ve bundan ne anlaşıldığı önemlidir bence. Hangi nitelikte ölçerlerin hangi nitelikte ölçüleceklere hangi niteliklerle yaklaştığı önemlidir... Gelip hepsine basmakalıp "public" diyerek ortaya koyulacak yaklaşımın niyeti "globalization" diyerek yayılmayla eş akıldadır, istemeden de olsa, bir taraftan "karşı tarafta" olunduğu savunulsa da...kusura bakmayın... veya bakın... çünkü ben "kusurum" burada...

Işık tutulan yerde, açığa çıkartılan yerde, beklenmedik şeylerle karşılaşmak muhtemeldir. Bunu çocukken ters çevirdiğimiz taşları ve altlarından çıkanları hatırlayarak anlayabiliriz. Müslümanlığın, islamın çöllerdeki ışıkları olan fenerlerinin, yani camii minanerelerinin bir daha onaylandığı bir ANkara ve Türkiye söz konusu. Eyvallah... Yol bulmaya yaramaktan öte, haritayı karmakarışıklaştıracak kadar çok işaret/minarenin üst üste inşaa edildiği bir Ankara/Türkiye söz konusu. Buna müteakip çölleşen bir alan olarak akıl ve şehir söz konusu. İşlevlerini ve anlamlarını yitiren kelimelerin kültürde argolaşması gibi argolaşan, fars olan arzlar söz konusu... Bunların içinde ne Light House'u? ben anlamadım...

Öte yandan Ankara zaten denizi olmayan bir şehirdir, buraya yerleştirilmiş bir deniz fenerinin fonksiyonsuzluğunu sanatın işlevsizliğiyle yan yana koyarak anlarsak her şey boşlukta gerekçelendirilmiş olacaktır. Ama niyetin "sivil toplum", ve "katılımcı demokrasi" ifadeleri içeren tonları benim bu gerekçeyi kabul etmemi zorlaştırıyor. Ya kolayca ve tasasızca becerilebilecek festival/heyecen/parti tonunda şeylere girişilip alın akıyla çıkılmalı, ya da kendi tanımlarını ve çerçevesini ciddiye alan, ve gerçekliği olan yapılar oluşturulmalı (bu biraz kasar sanırım...).


Uzaklardan nasıl görüldüğü ile alaklı değil buranın (veya herhangi bir yerin) gerçeği.


Bu bağlamda kamu, kendisine sürekli birşeyler vermek durumunda olduğunuz kolektif bütündür (biz bir siyasi partiysek veya "kamusal" konulu sanat birşeyleriysek..). Çünlü onun vermesi mümkün değildir, o sadece alır (onun verebilecek "birimleşmiş", "bireyleşmiş" parçaları geri kalana verirler..). Onunla ilişki ancak vererek olur (Bkz. AKP seçim ve seçim öncesi propagandası, internetin kendisi, kitlesel beleş mal dağıtımları...vb.). Bu yüzden ben bu "public art" projesinin kamuya ne "vereceğini" (hatta çekiniyorum söylemekte ama, kamunun hangi tarafına/kısmına, ne vereceğini) merak ediyorum (bu lokasyonla olduğu kadar içeriğe yaklaşımla alakalı da olan bir çekince).

Oturup bunları 100 yıllarca konuşmak mümkün... Bu yüzyıllar içerisinde gerçek "1 ay" kurgulamak ise zor kanaatimce...

Ankaralı, yarı-zamanlı simitçi, yarı-zamanlı Break Danscı bebeleri, façacı b-girl'leri, yerel MC'leri kabul ediyor muyuz? Onlar da global kültürün yandan yemiş yerel figürleri olarak gerçeklik buluyor mu bizim "kamusal" projemizde? Avrupa birliği bilmem nesinden gelen parayı Ankaralı junkie'lere aktarabiliyor muyuz? Çalıştaylardan sonra geceleri içip dans etmeye gidecek miyiz? Nereye gideceğiz? Dans etmek isteyen ama ne nereye gideceğini bilen, ne gidecek arkadaşı olan, ne de girişte verecek parası olanı kucaklıyor muyuz? Empati kurabilen burjuvalar olarak sabah 09:00, akşam 24:00 arası kendimizden mi geçeceğiz, yoksa bizler de değişecek miyiz...?



Yoksa sadece proje/workshop mekanının penceresinden sokağa mı bakacağız.?







eyvallah...

... link (4 Kommentare)   ... comment